Memleketimizden Bir Bisiklet Yarışı Manzarası (2002)
Hava raporunun fırtına ve yağış verdiği 23/03/2002 Cumartesi sabahı Türkiye Bölgeler Arası Bisiklet Yol Yarışı’nın startı için yağmur altında bekliyoruz. Yarış Muğla merkezinde başlayıp Köyceğiz’e gidiş dönüş olmak üzere 130 km. Dönüşte Dalyan’da finish’e 25 km. kala başlayan yaklaşık 10 km uzunlukta bir yokuş var. Yarışın kritik noktasının bu tırmanış olacağını düşünüyorum.
Üzerimde çift forüzerima ve bir yağmurluk var. Su çekip ağırlaştığı ve ıslanınca daha da fazla üşüttüğü için yağışlı havalarda ne kadar soğuk olursa olsun bacaklarımıza uzun bir şey giymiyoruz. Yağmurda ıslanan gözlükler görüşü kestiği için yanıma gözlük de almamayı tercih ediyorum.
Aşil tandonumda yeni yeni düzelmekte olan bir sakatlık ve kötü hava şartları nedeniyle takım arkadaşlarımın hatırına isteksizce katıldığım bu yarış için oldukça eskimiş antrenman lastiklerimin yerine yarış lastiği takma zahmetine girmemiş durumdayım. Zaten takım için ilk 30 arasına girmem yeterli.
Türkiye çapındaki yarışlara büyükler kategorisinde genellikle 45-50 kişi katılıyor. Bu kez “nedense” 32 kişi var. Planlandığı gibi saat 9:00’da start veriliyor.
Daha çok ısınma şeklinde geçen ilk 5-6 km.den sonra 500-600m. uzunluğunda bir tümsekte (bisiklet sporunda eğimin %3’ten, başlangıç ve bitiş irtifası arasındaki farkın 100m’den az olduğu yollar pek yokuştan sayılmaz) ataklar başlıyor. Nabız göstergem soğuğun etkisinden olacak çalışmıyor ama nefesim oldukça rahat. Yalnızca derin nefes almam gerekiyor, oysa yakınımdaki diğer bisikletçilerin çok sık soluduğunu duyuyorum. Hatta bazıları tempoya uyamayıp geri kalıyorlar.
Derken tümseği aşmamızla işin rengi birden değişiyor. Son derece kuvvetli bir rüzgarla yüzümüzü döven dolu taneleri gözümüzü açmamızı neredeyse imkansız hale getiriyor. Sağ karşıdan esen rüzgar nedeniyle sağ gözümü açmam imkansız. Başımı sola çevirerek burnumu sol gözüme siper ediyorum ve o gözümü biraz aralayabiliyorum. İş, bu rüzgarda nefes alabilmeye ve ıslak zeminde kaymadan, rüzgardan savrulmadan yola devam etmeye kalıyor. Birkaç dakika sonra dolu ve rüzgarın azalmasıyla görüş mesafesi 100m civarına çıkıyor. Birbirine yakın 3 bisikletçi olduğumuzu ve 100m ileride kalabalık bir grup olduğunu görüyoruz. Üçümüz değişerek[1] bu gruba yetişiyoruz. Gruptaki diğer bisikletçilerden önde başka kimse olmadığını yani o an en ön grupta olduğumuzu öğreniyoruz. Tabii bu sırada havadan gelen yağışa gruptaki bisikletçilerin tekerleklerinin sıçrattığı sular da eşlik ediyor. Fırsat buldukça nefes alıyoruz.
[1] Bisiklette tırmanışlar haricinde karşı kuvvetin büyük kısmını hava direnci oluşturur. Bir başka bisikletçinin maruz kaldığı bileşke rüzgara göre onun arkasında duran bisikletçi %25’e varan ölçüde enerji tasarrufu sağlar. Örneğin bisikletçilerin hareketi ve esen rüzgarın bileşkesi sağ öndense sol arkada duran kişi daha az güç harcar. Değişme tabiri de bisikletçilerin nöbetleşe öne geçmesi anlamına gelir.
Bu sırada genç bir bisikletçi (bana göre hepsi genç) bana kaç km kaldığını soruyor. Bir keresinde start’tan itibaren çok hızlı geçen 180 km.lik bir etabın daha ilk 10 km.si tamamlanmadan, nefes nefese, ne zaman bitecek bu yarış diye düşünmüş olduğum aklıma geliyor ve soruyu anlayışla karşılıyorum. “Henüz başındayız” diye yanıtlıyorum.
Dalyan’a inen varyantın başlarına kadar grup halinde gidiyoruz. İlk birkaç virajı döndükten sonra arka lastiğim büyük bir gürültüyle patlıyor. Sağa yanaşıp, jantı söküp takım arabasını beklemeye başlıyorum. Arabanın gelmesi 30-40 saniye sürüyor. Görüş mesafesinin kısalığı v.s. nedeniyle fazlaca geride kalmışlar. Tüm takımın kullandığı malzemeler farklı marka ve model olduğundan yedek jantlarımız da uyumsuz. Ayrıca, zamanında bir arabanın arkadan çarparak arka maşamı yamultmuş olması nedeniyle takılan jant kendiliğinden ortalanmıyor. Arka maşamın durumunu en iyi ben bildiğimden soğuktan hissizleşmiş parmaklarıma rağmen jantı kendim takıyorum. Normalde durmamdan itibaren 10 saniyeyi geçmemesi gereken jant değiştirme işlemi 1 dakikayı aşıyor. Üstelik takılan jantın dişlisi de 7’li. Oysa benim arka vites 9’lu. Vites sağlıklı çalışmasa da bisiklet yürüyor, yola devam ediyorum.
Öndeki grubu yakalama şansım pek kalmadığından yağışlı hava, keskin virajlar, bozuk zemin, kabak lastikler ve sağanak şeklinde esen rüzgarı dikkate alarak oldukça temkinli bir şekilde inmeye başlıyorum. Yine de zaman zaman bazı güçlüklerle karşılaşıyorum.
Bisiklet sola yatık, gidon da sola dönükken sağ tarafımdaki kayalıklar üstüme üstüme gelmeye devam ediyorlar. Neyse ki 2-3 saniyedir sıkmakta olduğum frenler jantlardaki suyu süpürüyor ve etkisini göstermeye başlıyor. Biraz yavaşlayan bisikletin tekerlekleri yeri tutmaya başlıyor. Artık tekrar hızlanabilirim…
Önümde yaklaşık 160 derecelik bir viraj var. Şu anki 55 km/s hızla kuru havada bile dönülmez. Frenler hala süpürmedi mi şu suyu? Neyse son anda bisiklet yine yavaşlıyor, virajı dönüyorum. Artık tekrar hızlanabilirim…
Bu kez de çok ender oluşan bir durum: Ön tekerlek büyük bir hızla sağa sola yalpalamaya başlıyor. Kol gücüyle hakim olmak imkansız. Sebebini tam olarak bilmiyorum ama ya rüzgarla, ya zeminle ya da her ikisiyle bisikletin yönlendirme sistemi bir şekilde rezonansa giriyor olsa gerek. Daha önce böyle bir durumla yalnızca birkaç kez karşılaşmıştım. Gerçi hiçbirinde büyük bir sorun yaşamamıştım ama yine de ürkütücü bir durum. Fizik bilgime göre eğer bu bir rezonanssa hızımı azalttığımda veya arttırdığımda ortadan kalkması gerekiyor. Çok yakında keskin bir viraj yok. Üstelik frenleri şimdi sıkmaya başlasam tutması en az 2-3 saniye sürer. Ben en iyisi hızlanayım diyorum ve öyle yapıyorum. Sorun anında yok oluyor.
Yokuşun sonlarına yaklaşıyorum. İki bisikletçinin yanından hızla geçiyorum. Belki de “bu ne cesaret” diye düşünüyorlar. Ama önümüzde artık keskin bir viraj yok. Yalnızca yeniden hızlanmış olan dolu biraz rahatsız ediyor. Ancak bu kez dik yağdığı için başımı öne eğerek gözlerimi koruyabiliyorum.
Yokuş bitiyor. Uzakta iki bisikletçi görüyorum. Yol oldukça düz ve görüş mesafesi uzun olmasına rağmen ön grup gözükmüyor. Aşırı tedbirli inmesem belki de gruba yaklaşabilirdim diye düşünüyorum. Ama olan olmuş, artık iyi bir derece yerine en son iki kişiden biri olmamayı hedeflemek gerekiyor. Bu da inmiş olduğumuz yokuşu dönüşte çıkacağımızdan ve benim yokuşum iyi olduğundan hemen hemen garanti gözüküyor. Çok rahat bir tempo ile devam ediyorum. Biraz sonra takım arkadaşım Murat bana yetişiyor. Bir ara onu da geçmişim, farkında değilim. Değişerek yolumuza devam ediyoruz. Bize göre güçsüz olduklarını bildiğimiz iki rakibimiz önde, ikisi de arkada uzun süre aynı mesafeyi koruyoruz. Diğerlerinin kendilerini fazla zorladığını, yokuşta bunun bedelini ödeyeceklerini düşünüyorum.
Hakemler hava muhalefeti nedeniyle yarışı 110 km.ye indiriyorlar. Havanın muhalefet edeceği zaten biliniyordu diye düşünüyorum. Köyceğiz’e 10 km kala dönülüyor. Dönüşten kısa süre sonra önümüzdeki iki kişi ile aramızdaki mesafe kısalmaya başlıyor. Anlaşılan yorulmaya başladılar bile. Onlara iyice yaklaştıktan sonra ani bir atakla yanlarından geçiyoruz. Bizim peşimizden gelmek için onlar da atak yapıyorlar ama yaklaşık 30 saniye dayanabiliyorlar. Ara giderek açılmaya başlıyor. Biz de tempomuzu normale indiriyoruz.
Gök gürültüleri eşliğinde bazen yağmur bazen dolu yağmaya devam ediyor. Ara sıra arkamıza bakıp mesafenin kapanmamasına dikkat ediyoruz. Ben yokuşta kendime güveniyorum ama Murat için o kadar emin değilim.
Derken, arkamızdakilerin bir minibüse tutunarak bize yaklaşmakta olduklarını fark ediyoruz. Bize iyice yaklaştıklarında en gerideki iki kişi ve biraz önce geçmiş olduklarımızın tutunarak geldikleri minibüsün hakem arabası olduğunu fark ediyoruz. Hemen her konu gibi bisiklet sporu da ikiye ayrılıyor. Dünya’da bisiklet ve Türkiye’de bisiklet!
Yanımızdan geçerken siz de tutunun diye sesleniyorlar. Arabayla yarışamayacağımıza göre çaresiz biz de onlara uyuyoruz ve rüzgarından istifade etmek için arada 2m kadar emniyet mesafesi bırakarak minibüsün arkasına geçiyoruz. Bize tutunacak yer kalmamış. Şoför ani hız kesmemesi gerektiğini biliyor ama zaman zaman biraz yavaşlaması bile yağışta frenlerimiz çok geç cevap verdiğinden risk yaratıyor. Arada kolu yorulan arkaya geçiyor. Arkadan biri onun yerine tutunuyor. Ben yerimden memnunum. Hep arkada kalıyorum. Bu şekilde 10 dakika kadar gidiyoruz ve yokuşun başına ulaşıyoruz.
Ben hakemlerin yokuşta nasıl olsa hak eden geçer diye düşündüğünü, bu nedenle geri kalanlara yardım ettiklerini sanıyorum. Ama yokuşun başına geldiğimizde şaşkınlıkla tutunmakta olanları çekmeye devam ettiklerini görüyorum. O an Murat da tutunmakta olanlar arasında. Biz arkadakiler için artık temel karşı kuvvet hava direnci yerine yerçekimi olduğu için minibüsün arkasında durmanın bir faydası olmuyor. Minibüs yavaş yavaş uzaklaşmaya başlıyor. Ben bir süre minibüsü takip edebilecek güçteyim ama hala yardımı keseceklerini düşündüğümden kendimi zorlamıyorum. Yanımdaki rakibim giderek geride kalıyor. Biraz sonra onun da arkadaki polis otosuna tutunarak gelmekte olduğunu görüyorum. Ben de arabanın diğer tarafına geçerek polise öndeki minibüsü yakalamasını söylüyorum. Başıyla onaylıyor. Hızı artırıyor. Minibüse 50m kadar kalmışken diğer bisikletçi arabaya tutunamıyor ve yine geri kalmaya başlıyor. Bunu gören polis yavaşlıyor.
Ben de arabayı bırakıp minibüsü kendi gücümle kovalamaya başlıyorum. Çok geçmeden yakalıyorum ve aynasına tutunuyorum. Biraz o şekilde devam ettikten sonra artık bütün bisikletçilere minibüsü bıraktırmalarını istiyorum. Hakemler pek oralı olmuyorlar. Biraz sonra önümüzde bir kamyon beliriyor. Ona da 5-6 bisikletçi tutunmuş. O kamyonla bizim aramızda da bir başka hakem arabası var. Minibüsü bırakıp öndeki hakem arabasına gidiyorum. Bu kez de onlara itiraz ediyorum. Nihayet kabul ediliyor ve kamyona tutunmuş olanlar bırakmaları için uyarılıyor. Arkadaki arabaya da telsizle bildiriyorlar onlar da bıraktırıyor.
Artık yokuşu rahat bir tempo ile, tahminen 150-155 nabızla çıkmaya başlıyorum. Yokuşu 163-165 nabızla çok zorlanmadan sonuna kadar çıkabileceğimi biliyorum ama rakiplerin durumunu bir müddet izleyip, uygun bir zamanda atak yapmayı planlıyorum. Ama daha o tempoda bile çoğu geri kalmaya başlıyor. İki tanesi beni bir müddet takip ediyor, daha sonra onlar da geri kalmaya başlıyor. Keyfim kaçıyor. Hakemlerle uğraşırken zaten yokuşun yarısı boşa gitmişti, şimdi de rakip kalmıyor. Oysa lastiğim patlamayıp nispeten güçlü sporcularla beraber ön grupta olsaydım bu yokuş epey “zevkli” olacaktı.
Epeydir ciğerlerim ağzıma gelmemişti. Neyse, artık bir dahaki sefere deyip yokuşun bitiminden sonraki 15 km.yi de düşünerek kendimi zorlamadan devam ediyorum. Yokuş bittikten sonra yine orta tempoyla devam ediyorum. Arkada zorlukla görebildiğim mesafede iki kişi var. Bir tanesi yavaş yavaş bana yaklaşmaya başlıyor. Ama önümüzde 2 km.lik bir yokuş daha olduğu için tempomu artırmak konusunda acele etmiyorum. Bana yaklaşan bisikletçi Can abi (henüz amca demiyorlar) beni bekle diye sesleniyor. Gelen Murat’mış. Bekliyorum ve yarışı beraber tamamlıyoruz. Sonradan 19 ve 20. olduğumuzu öğreniyoruz.